Prof.Dr.Pervin ÇAPAN

Muğla İl Temsilcisi

İnsanı kadın ve erkek olarak doğuştan belirleyen fizikî ve biyolojik özellikler cinsiyeti tarif eder. Yaşarken insanın kültürel ve sosyal olarak taşıdığı cinsiyet rolleri ise toplumsal cinsiyet kavramının içindedir. Bu roller giderek farklı davranış kalıplarını, üstlenilen sorumlulukları, paylaşım sistemlerini, kaynaklara ve ayrıcalıklara erişim şansımızı da belirlemeye başlar. Günümüzde Türkiye’de cinsiyet ve toplumsal cinsiyetin bilim düzleminde ayrışmış kavramlar olarak anlaşılmasına mukabil, an’anevî bakış açısında, bu kavramların hâlâ birbiriyle basit ve açık bir şekilde örtüştüğü düşüncesi hakimdir. Halbuki farklı bilim alanlarında, bu iki kavramın birbirinden ayrı mânâ boyutu olduğunu ilmî olarak tartışan geniş bir literatür de oluşmuştur.

Cinsel kimlik, bireyin biyolojik açıdan belli bir cinsten olduğuna ilişkin bilgisine ve ayrıca aynı kategoride olmak üzere diğer insanların cinsiyetlerini tanıma yeteneğine işaret eder. Cinsel kimliğin oluşumu, yaşamın oldukça erken bir döneminde başlar. Bu durumu şimdiye kadar nüfus idaresinden alınan ferdî kimlik kartının rengi de bir bakıma sabitliyordu. Ardından kullanılan giysiler ve oyuncaklar da, bireyin zihninde bunun bir ömür değiştirilemeyecek bir niteliği olduğunu ifade ediyordu. Günümüzde değişen dünya değerleri bunları da sarsıcı biçimde ortadan kaldırmıştır.

Cinsel kimliğin belirlenmesinin ardından, her iki cins etrafında oluşan inanç ve tutumlar da gelişmeye başlar. Bunların çoğu, sonunda kadın ve erkek arasındaki farkı, önyargılara dönüştürür. Sosyal bilimcilere göre kadın-erkek ayrımcılığının temelinde insanlığın yaşadığı işbölümü süreci ile toplumda üstlenilen görevler ve roller yatmaktadır. Nihayetinde oluşan statü farkları, zamanla her iki cinsiyet arasında eşitliğin bozulmasına sebep olur. Bu bozulma günümüzde maalesef kadın yönünde daha kötü sonuçlar doğurmaktadır.

Kadınlar aslında bu süreçte, hem sabitlenerek toplum düzeni içinde kendilerine biçilen doğum, çocuk bakımı, eve ve ev içi işlere ait rolleri yaparken hem de çeşitli gerekçelerle erkek işi olarak kabul gören alanlara yöneldiklerinde mutsuzdurlar. İlk gruptaki işleri yapmaları zaten zarurettir, ancak ev dışında olmayı tercih ettilerse her türlü cefaya eyvallah demelidirler. Çünkü toplum ve çalışma hayatı içinde cinslerin temsil durumunu eşitlik değil, farklılık ve ayrımcılık belirlemektedir.

Bugün, fiziksel, duygusal/psikolojik, ekonomik, cinsel şiddet veya şiddet tehdidi yüzünden her kesimden milyonlarca kadın baskı altında yaşıyor, toplumsal hayata daha az katılıyor, zorla evlendiriliyor, sakat kalıyor veya öldürülüyor. Üstelik şiddet aile içinde gerçekleştiğinde etkisi daha da yıkıcı oluyor. Toplumumuzun sarsılmaz dinamiklerinden biri olan aile müessesesi, bu sebeple her geçen gün tamiri ve telâfisi mümkün olmayan yaralar alıyor. Burada hepimizin canını yakan devlet kurumlarının birbirini yanlışladığı ürkütücü istatistikî değerleri tekrarlamak istemiyorum. Görünen o ki, durum her geçen gün daha da kötüye gidiyor. Şiddetin her geçen gün bir toplumsal cinnet hâline dönüştüğü ülkemizde, konumu ne olursa olsun kadın cinsine yönelen şiddet, hem ev içinde, hem de çalışma hayatında olanca hızıyla sürmektedir.

Ben bu yazıda fizikî şiddetden ziyade, kadınların toplumda yaşadığı, ancak toplumu oluşturan bireylerce çoğunlukla tanımlanmayan, görmezden gelinen ve hatta önemsenmeyen psikolojik(duygusal) şiddetten söz etmek istiyorum. Bunlar hakaret, aşağılama, küçümseme, eve kapama, arkadaş ve yakınlarla görüşme izni vermeme, zorla cinsel ilişki kurma, ölümle tehdit etme gibi önü alınamaz uygulamalara dönüşmüş bulunmaktadır. Bunlar toplumda çok defa hukukun müdahil olamadığı, “kol kırılır, yen içinde kalır” düşüncesinden hareketle örtbas edilen, hatta kadınların hemcinslerinden(anne, kayınvalide, abla, teyze, yenge olsalar da) bile yardım göremedikleri durumlardır. Oysa hiçbir şiddet türünde töre, namus, gelenek, görenek gibi kavramlar, işlenen suçu mazur gösteremez ve kişilerin alacağı cezayı hafifletemez. Buna kadının giydiği kıyafet, gittiği yer, konuştuğu insan, evlilik dışı ilişkisi olması, evlilik dışı hamile kalması, bâkire olmaması, ailesinin istediği kişiyle evlenmek istememesi, boşanmak/ ayrılmak istemesi, çalışmak istemesi gibi nedenler de dahil olmalıdır.

Kişinin bedeninden çok ruh sağlığını hedef alan psikolojik şiddet, genellikle bir defaya mahsus eylemlerden çok, sürekliliği olan eylemleri karşılar. Sürekli olarak “bağırmak, korkutmak, küfür veya hakaret etmek, aileyle, arkadaşlarla, komşularla görüştürmemek, giyim tarzıyla ilgili baskı yapmak, eve hapsetmek, çocuklardan uzaklaştırmak, kıskançlık bahanesiyle sürekli kontrol altında tutmak, başkalarıyla kıyaslamak, sevdiği eşya ve hayvanlara zarar vermek, tehdit etmek, şantaj yapmak, aynı şekilde düşünmeye zorlamak” gibi eylemlerdir. Bu şiddetin etkileri hafife alınıp, göz ardı edilirse maruz kalan kişide ağır yaralar açabilir. Bu kişiler de özellikle, “sürekli korku içinde yaşamak, kendini değersiz hissetmek, depresyon, intihar eğilimi, bağımlılık, utanç ve suçluluk duygusu, uyku ve beslenme bozuklukları, sosyal ilişkilerin bozulması gibi” duygusal/psikolojik rahatsızlıklar görülebilir. Buna bir de ekonomik ve cinsel şiddet de eklenirse önüne geçilemez sonuçların ortaya çıkacağı kesindir. Bunların hepsi kendi içinde birer mobbingdir. Uygulanan kişiyi farkında olarak veya bilmeden bezdirmek anlamı taşır.

Yazımın başlığına bu bezdirinin tezahürü olarak geleneğimizde yer bulan veciz bir ifadeyi seçtim. Bu ifadenin sadece kadın değil, canlı olan her varlık (erkek, hayvan ve bitki) için son derece anlamlı olduğunu düşünüyorum. İletişim ve etkileşim hâlinde bulunduğumuz canlılara yönelen dil ve söylemimizin, şahsiyetimizin bir parçası olduğunu unutmamalıyız. Varlıklar kendilerine yaptığınızı unutabilir, ancak söylediğinizi uzun vadede unutmayacaklardır.

Bir edebiyatçı olarak sözlü ve yazılı kültürümüze mal olan kadına yönelik nefreti, şiddeti, ayrımcılığı körükleyen-çoğunlukla kültürün taşıyıcısı konumundaki kadın diline yerleşmiş- çağdışı deyim, deyiş ve atasözlerimiz uzun zamandan beri benim üzerinde düşündüğüm dil unsurlarıdır. Bunlardan sadece bazılarını yazının sınırlarını zorlamamak kaydıyla örneklemek istiyorum. Çünkü kötü söz sahibine aittir ve kötü örnek de örnek olmaz. Eğitim kurumlarının temelini teşkil eden aileden okula, okuldan çevreye yayılan geniş bir çerçevede verilecek dil eğitiminde, halk kültürünün belli tecrübeler karşısında yarattığı ve belki başlangıçta mantıklı bir açıklaması olan bu söylemlerin, yine halk hukuku gereği hayattan silinmesi şarttır.

Bugünlerde internette çokça paylaşılan ve birbirine benzeyen bir söylem var: “Bu ülkede insan- kadın, erkek, çocuk, hayvan ve hatta ağaç- olmak çok zor!” deniliyor. İşte bu zorluğu iliklerine kadar yaşayan kadınlara yönelen psikolojik şiddetin tezahürü olan söyleyişler:

“Beş kız bir oğlanın yerini tutar mı?; Bir (ev) gemi donanır, bir kız (çıplak) donanmaz; Bir evde iki kız, biri çuvaldız biri biz; Kız doğuran tez kocar; Kız yükü, tuz yükü; Kızı kıza koşarsan kahpe, oğlanı oğlana koşarsan deyyus olur; Kızın var mı, derdin var. / Kızın var mı, sızın var; Kızını dövmeyen, dizini döver; Oğlan doğuran övünsün, kız doğuran dövünsün. Oğlan doğurdum, oydu beni; kız doğurdum, soydu beni; Oğlanı her karı doğurmaz, er karı doğurur; Kız çocuğu ya er koynunda, ya yer koynunda; Kız evde olsa da elden sayılır; Kız girdi on üçüne, ya erdedir ya yerde; On beşinde kız, ya erde gerek ya yerde; Alma soysuzun kızını, sürer anasının izini; Ana gezer, kız gezer, bu çeyizi kim düzer; Ana ile kız, helva ile koz; Ana kızına taht kurar, kız bahtı kocadan arar; Ana kızına taht kurmuş, baht kuramamış; Ananın bahtı kızına; Ananın çıktığı dala kızı salıncak kurar; Anasına bak, kızını al, kenarına (kıyısına, tarağına) bak, bezini al; Anasının kızı; Bir anaya bir kız, bir kafaya bir göz; Karı doğurduğu kızı beğenmez; Oğlan (atadan) babadan öğrenir sofra açmayı, kız anadan öğrenir biçki biçmeyi; Oğlan babadan öğrenir sofra dizmeyi, kız anadan öğrenir sokak gezmeyi; Oğlan babadan öğrenir sohbet gezmeyi, kız anadan öğrenir sofra düzmeyi; Al atın iyisini yiyeceği bir yem, al avradın iyisini giyeceği bir don; Kızı (kendi) gönlüne bırakırsan ya davulcuya kaçar (varır) ya zurnacıya.” (Kızın) boyu bacadan mı aştı; Komşu kızı almak, kalaylı kaptan (tastan) su içmektir; Tarlanın taşlısı, kızın saçlısı, öküzün (ineğin) başlısı; Tarlayı taşlı yerden, kızı kardaşlı yerden; Kız beşikte (kundakta), çeyiz sandıkta; Ergen gözüyle kız alma, gece gözüyle bez alma; Bir kızı bin kişi ister, bir kişi alır; Avrat malı, kapı mandalı / Karı malı, hamam tokmağıdır; Avrat yürekli; Avrattan vefa, zehirden şifa; Benim derdim inekle dana, karının derdi sürmeyle kına; Çirkin karı ev toplar, güzel karı düğün gezer; Dam damlamasından, karı vızırtısından durulmaz; Eksik etek; Karı gibi konuşma!; Karıya sır verme; Kaşık düşmanı; Keseye kadın eli girerse bereket gider; Saçı uzun, aklı kısa; Kadının şerri, şeytanın şerrine eştir; Kadın var ev yapar, kadın var ev yıkar; Kadın erkeğin şeytanıdır; Kadın kısmına sır verilmez; Kadın yüzünden gülen, ömründe bir kere güler; Kadını sırdaş eden esrara tellal aramaz; Kadının biri âlâ, ikisi belâdır; Kadının hükmettiği evde mutluluk olmaz; Kadının sofusu şeytanın maskarası; Kadının şamdanı altın olsa mumunu dikecek erkektir; Kadının yüklediği yük, şuraya varmaz;Karı gibi kırıtma!; Erkeksiz avrat, yularsız at; Avradı er zapdetmez, ar zapdeder; Avradı eri saklar, peyniri deri; Avrat var arpa unundan aş yapar, avrat var buğday unundan keş yapar; Avrat var ev yapar, avrat var ev yıkar; Avradın dolaşığı, akşamdan sabaha kor bulaşığı; Ağustostan sonra ekilen darıdan, kocasından sonra kalkan karıdan hayır gelmez; Buyurmadan tutan evlat, gün doğmadan kalkan avrat, deh demeden yürüyen at; Eti ciğer eden de avrat, ciğeri et eden de; İyi ipek kendini kırdırmaz, iyi kadın kendini dövdürmez; Kadın erkeği rezil de eder, vezir de; Kadın kocasının çarığı, anasının sarığıdır; Çocuksuz kadın, meyvesiz ağaca benzer; Kadın gavurdur, Müslüman anasıdır; Oğlanı kızı olmayan avrattan, eski hasır yeydir; Dişi köpek kuyruk sallamazsa, erkek köpek yanaşmaz; Kocanın vurduğu yerde gül biter; Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin; Kadının yüzünün karası, erkeğin elinin kınası; Kadın erkeğin şeytanıdır; Dişi yalanmazsa erkek dolanmaz” ve daha niceleri, saymakla bitmez.

Bunların yanı sıra bir de cinsiyet ayrımının en net ifadesi olarak kadına yönelik, cinsiyet bile belirtmeyen, ancak Türk Dil Kurumu sözlüğünde özenle yer bulan ve ‘kadın isimlerinin önüne getirilen saygı sözü’ diye tanımlanan bayan kelimesi de var üstelik. Tabiî doğru olan kadın kelimesi ve onunla bağlantılı olarak türetilen kelimelere verilen karşılıklar da aynı sözlükte bir başka garabet olarak durmaktadır. Peki bu bayan kelimesi de nereden çıktı? Bu kelimenin Eski Türkçe’de zengin mânâsına gelen bay kelimesiyle alakalı olduğu kabul görmüştür. Bayan kelimesini Moğolcaya bağlayanlar da vardır. Etimolojisi bir tarafa, baymak fiili üzerinden aşağılayıcı ve ayrımcı anlamlar çağrıştırdığı için, ‘bayan kuaförü; bayanlar tuvaleti; bayanlar ligi; bayan reyonu; bayan doktor; bayan yazar; bayan öğretmen vb.’ gibi kullanımlar günlük dilden kesinlikle çıkarılmalıdır. Bu yolda kılavuz olarak Türkçemizin edebiyatımızın tartışmasız en büyük ismi Yunus Emre’yi izlememiz yeterlidir.

Keleci bilen kişinün yüzini ağ ide bir söz/ Sözü bişirüp diyenün işini sag ide bir söz
Söz ola kese savaşı söz ola bitüre başı/ Söz ola ağulu aşı bal ile yağ ide bir söz
Kelecilerün bişürgil yaramazunı şeşürgil/ Sözün usıla düşürgil dimegil çag ide bir söz
Gel âhî iy şehriyârı sözümüzi dinle bâri/ Hezâr gevher ü dinârı kara taprag ide bir söz
Kişi bile söz demini dimeye sözün kemini/ Bu cihân cehennemini sekiz uçmag ide bir söz
Yüri yüri yolunıla gâfil olma bilünile /Key sakın key dilünile cânına dag ide bir söz
Yûnus imdi söz yatından söyle sözü gâyetinden/ Key sakın o şeh katından seni ırag ide bir söz

Sonuç olarak insan olmanın başlangıcında yer alan dil, söz ve söylemimizle iletişimde bulunduklarımızın ruhlarında açtığımız yaraları tedavi etmenin yolunu bulmamız gerekiyor. Yaşadığımız bütün olumsuzlukları eğitimle aşabiliriz. Bunun için yeni ve doğru bir dil eğitiminin benimsenmesi gerekiyor. Ülkemizin aydınlık yarınlarında-kadın ve erkek birlikte eşitlik, saygı, sevgi ve biz olmayı benimseyerek- tarihimizde olduğu gibi geleceği yeniden inşa edeceğimize olan inancımı vurgulamak istiyorum. Töre ve geleneğimizde varolan güzel örnekleri bulmamız zor olmasa gerek. Kadının doğru ve çağdaş olarak eğitilmesi hususuna gösterilecek azami dikkat ve ihtimam yanında, bunun bir devlet ve hükümet projesine dönüştürülmesi, bir problem yumağı hâlindeki meselenin çözümünü kolaylaştıracaktır. Unutulmamalıdır ki, kadının eğitilmesi, cemiyetin eğitilmesi anlamına gelir.

Sizlere daha iyi bir hizmet sunabilmek için sitemizde çerezlerden faydalanıyoruz. Sitemizi kullanmaya devam ederek çerezleri kullanmamıza izin vermiş oluyorsunuz. Daha fazla bilgi için Çerez Politikası