Antalya Devlet Opera ve Balesi’nde gerçekleştiği iddia edilen mobbing, yani bezdirme politikası haberini merakla okudum. Sonra da kaydedilen görüntüleri seyrettim. Ne olduğuna dair çok bir şey anladığım söylenemez ama bilhassa işyerlerinde yaygın olduğu söylenen bu durum bir hayli ciddiye alınıyor, onu anladım. Kavramın ne olduğunu bir daha kısaca anlatacak olursak, bir çalışanın iş arkadaşları tarafından taciz edilmek suretiyle bezdirilmesi diyebiliriz.
Acaba hiç böyle bir duruma maruz kaldım mı diye düşündüm. Bir örneğini bulamadım. Gerçi Türkiye’de iş arkadaşına gelene kadar bir çalışanı değil işten, hayattan bezdirecek çok şey vardır. Az maaş, kötü çalışma koşulları, çok uzun, kontrolsüz saatler.

Moby Dick sıkıcı
İster istemez peki bir işyerinde çalışmayan sanatçı tayfasına kim mobbing yapıyor sorusu aklıma geldi. Ressamlara, müzisyenlere, yazarlara. Onlar tamamıyla bu deneyimden habersiz yaşıyor olamazlar. Ve sanat eleştirisi denen şeyin aslında bir çeşit bezdirme politikası olduğu fikrine vardım. Hem söz konusu olan öyle üç beş kişi tarafından uygulanan bir mobbing de değil, belki onlarcası, yüzlercesi tarafından maruz kalınan bir nevi psikolojik baskı. Bir ressam aldığı eleştiriler yüzünden resmi bırakacak mı? Bir müzisyen hangi noktada iyi olmadığına kanaat getirecek?
Bir yazar ne zaman cayacak? Yıllar sonra klasikler arasına girecek romanı berbat eleştiriler aldığında mı? Herman Melville efsanevi kitabı Moby Dick için “Korkunç sıkıcı” diye yorum yapıldığında vazgeçmeli miydi?
Ama bakıyorum da şimdi sanatçıların eleştiriye karşı takındıkları tutum gayet efendice. Belki zaman zaman bir ağız dalaşına giriliyor, hepsi bu. Eskiden öyle miydi ya?

Ressamın elinde tabanca
Ünlü Fransız ressam Manet’nin aynı zamanda yakın arkadaşı da olan Louis Edmond Duranty, 1870 yılında onun iki eseriyle ilgili tek cümlelik bir eleştiri yazar. Eleştiri değil de bir tespit. Manet hemen hemen her gün gittikleri kafeye sinirle girer, Duranty’nin yakalarından tutar ve eldiveniyle suratına bir tokat atar. Duranty özür dilemeyince onu düelloya davet eder. Gün, yer, saat kararlaştırılır ve tam zamanında, 23 Şubat günü sabah 11’de buluşulur.
Çok değil, bundan yaklaşık elli yıl öncesine kadar iki erkek arasında tatbik edilen düelloda tanık denen bir kurum vardır. Düello yapacak kişiler yanlarında birer tanık getirirler. Bunlar mekanı, silahları tetkik ederler. Manet’nin tanığı yazar Emile Zola’dır. Duranty’ninki ise Zola’nın en yakın arkadaşlarından biri olan Paul Alexis. Neyse ki Duranty omzundan yaralanır da can kaybı olmadan dava kapanır. Hatta Manet resimleri hakkında daima iyi eleştiriler yapan Zola’ya minnetini göstermek için bir de portresini yapar. Aynı şekilde Marcel Proust da ilk kitabıyla ilgili yazılan kötü bir eleştiri ve bir de gerçekliği belli olmayan ithamları üzerine gazeteci Jean Lorrain’i düelloya davet etmiştir.

Kaçırdık kaçırdık!
Görünen o ki Türkiye’de basında da, bilhassa siyaset yazan köşe yazarlarının maruz kaldığı bir çeşit mobbing var. Bu bezdiri okurdan çok çalıştıkları gazetelerin üst katlarından, üst düzey hükümet adamlarından ve diğer gazetelerin köşelerinden geliyor. Bir adam bir laf etti mi on tanesi üzerine çullanıyor. Adam çekip gidiyor, neredeyse arkasından çocuklar gibi “kaçırdık kaçırdık” diye tempo tutuluyor. İşin kötüsü kurumlarda olduğu gibi şikayet edilecek, başvurulacak merci de yok. Mobbing İle Mücadele Derneği’ne gidip mağdurum denilecek değil ya. Eski usul düelloya mı davet etmeli yoksa?

Sizlere daha iyi bir hizmet sunabilmek için sitemizde çerezlerden faydalanıyoruz. Sitemizi kullanmaya devam ederek çerezleri kullanmamıza izin vermiş oluyorsunuz. Daha fazla bilgi için Çerez Politikası