Kula kulluk maddi ve manevi bütün değerlerin inkârı anlamına gelir. Varlığın ya da insanlığın bir başkasının uşaklığına bağlanmış olanlar önce insanlıktan çıkarlar. Şahsiyet sahibi olmak hür düşünmeyi ve kendi ayakları üzerinde yürümeyi zorunlu kılar. Birilerinin sırtında kene gibi yaşamak: uşaklığı ve kimliksizliği de beraberinde getirir.

Bu bakımdan ülkü sahiplerinin fikirlere, değerlere ve davalara bağlamak gibi mecburiyetleri vardır. Temelde bireyin hedeflere kilitlenmesi de şahıslara kendini adaması da kişilik ve seciye sorunudur. Zira her insan hangi ideolojik formasyona sahip olursa olsun sonuç itibariyle kendi türküsünü söyler. Haksızlık yapma imkânı bulunmadığı için haksızlığı lanetlemek, aldatma imkânı olmadığı için aldatanları yermek ya da çalamadığı için hırsızlığa karşı çıkmak marifet değildir. Çünkü hatanın, ihanetin, entrikanın ve gafletin ideolojisi ya da dini yoktur.

Erdem, ahlak ve fazilet kokan düşüncelere sahip görünenlerin ellerine geçen ilk fırsatta velinimetlerini dahi kesmeye kalkışmaları bütün dinler ve idelojıler yönünden aşağılık olarak kabul edilen davranışlardır. Dünkü efendilerine bugün ihanet edenlerin de yarın ihanet edeceklerinden akıl ve izan sahipler kuşku duymazlar. Çok az insan bir ömür boyu sadakatli olur ve her tür koşul altında gerçeği söyler, bunun çok çeşitli nedenleri vardır. Bilmek zorundayız ki, insanlar bir makama oturunca sesi kendiliğinden kısılıverir. Onu ikbale gark eden makamın koşulu vardır: kravat takacaksın ama mollaların bindiği eşek gibi sesini keseceksin, Gücü elinde tutanlar ne emrederlerse bozacının eşeği gibi boyun bükerek kabul edeceksin!.

Buna bir de yirmi birinci yüzyılın doğuştan insanın zihnini ve vicdanını iğfal eden şartlarını ekleyiniz. Durumun ne kadar vahim olduğunu o zaman anlarsınız!. Çünkü sadakat kiralanabilir bir değer değildir. Özbekistanlı yazar Nur Ali Kabul tarafından yazılan ‘’UNUTULAN SAHİLLER’’ adlı romanındaki ibret verici cümleler bir kıymık gibi ilgililerin yüreğine saplanacak kadar dikkat çekici buldum: ‘’Ayağım üzengide olduğu günlerde herkes dostum, herkes benim iyiliğimi isteyen kişiydi. Benden akıllı ve tecrübeliler dahi gelip benden tavsiye isterlerdi. Ağzımdan çıkan ahmakça sözler dahi hikmet incisi olarak kabul edilirdi. Gölgeme selam verirler, akılları sıra beni göklere çıkarıp, neredeyse peygamber ilan etmeye kalkışırlardı.

Bu ise bende hakarete uğramış insan duygusu yaratır, kendimden ve bu insanlardan nefret ederdim. Tanrım beni dostlarımdan koru. Beni baş üstünde taşımak isteyenler yarın bir gün kaldırıp yere çarpacaklardı ve ben bunu bilip, azap çekerdim. Dost bildiklerim başımı yediler… Kendisini dost sandığım, sırtımdan gün gören, ben kaçtıkça paçama yapışıp kalan kişilerin o günkü hallerini hatırladıkça geceleri uykum kaçıyor.

Bence vicdansızlık ve kalleşliğin de bir sınırı olmalıydı. Ama öyle değilmiş. Bu hasletin sınır yokmuş işin en korkunç yanı ise hain ve riyakârların şimdi millete yol gösteriyor ve kendilerine dahii süsü veriyor olmaları.’’ İnsanoğlunun doğası!….

Sizlere daha iyi bir hizmet sunabilmek için sitemizde çerezlerden faydalanıyoruz. Sitemizi kullanmaya devam ederek çerezleri kullanmamıza izin vermiş oluyorsunuz. Daha fazla bilgi için Çerez Politikası